Gardenya

Sadece aşk vardı aramıza giren. Soysuz yalnız günlerde kışı ıslık çalan rüzgarın uğultulu sesiyle geçirdiğim, yazın güneşin bir şaplak atarcasına yüzümü yaktığı sıcak günleri unutturan o haber ansızın seni fısıldamıştı kulağıma.

Adını duymuştum artık bir kere. Geri dönüşü yoktu bundan ve senden sonra yaşayacağım hayattan. Dönüşü yoktu artık bencil yanlızlığa.

Adım Ahmet Mesut. Mutlu mesut olsun diye dayım söylemiş kulagıma Mesut diye adımı. Bakmayın adımı mutlu olsun diye dayımın Mesut koyduğuna sevmez beni, hiç sevmedi. Bir çocuk neden sevilmez ki? Ben de ona ısınıp sevemedim bir gün. Siz bana Ahmet diye seslenin yine de.

Henüz genç sayılır bir yaştayım. Dışım sakin, fırtınadan kaçan gemilere ben zararsızım ve sessizce size kol kanat gererim diyen bir beyefendi edasında bir koy gibi. İçim her an patlamaya çoktan alışmış dalgalı açık bir deniz. Serap ve mehtap arasında, gel-git de diyebiliriz buna. Ha bu ikisi de ne sevgilim, ne de eski sevgililerimin isimleri. Çekişme henüz yeni tanıdığım ama yaşadığım ömrümün her gününde onu tanıyormuşum gibi hissettiğim ve dahası ilk görüşte aşık olduğum kadınla ilgili.

Hadi taa başa gidelim. Adının Gardenya olduğunu öğrendiğimde, tamam işte bu, ancak ismi bu olabilir diyordum. Dünyaya beyaz saf çiçekleriyle cevap veren, güzel kokusuyla kendine hayran bırakan bir çiçeğin ismi. İsmi bile tam onu yansıtıyor demiştim herkesin duyacağı bir seste. Onu gördüğüm ama henüz adını bilmediğim günlerde görkemli güzel saçları onun adıydı benim için. Tıpkı Adını aldığı çiçek gibiydi kendisi de.

Onunla henüz tanışmadan önce bile kalabalıklar arasında onu herkesten hemencecik ayırabiliyordum. Bazen değil çoğu zaman yolumu önüne düşürüyor tesadüfen geçiyor gibi yapıyordum. Onun da bunu bildiğini çok sonra öğrenecektim ama önemli olan onunla konuşmak için fırsat kollayan adam sanki eski Ahmet ben değildim.

Eskiden olsa bir kadının yanından geçerken başımı aşağı atar, eğer kaza eseri göz göze gelirsem sessiz bir gülümseyle karışık başımla selam verip geçip giden adamın yerine başka bir adam gelmişti. Dedim ya ben o eski Ahmet değildim. Onunla karşılaşmak ve konuşmak için can atıyordum ama sadece bunun için de onu görmüyordum. Gardenya çok güzel.

Yeni günün ilk saatlerine daha zaman varken benim aklımda fikrimde hep sen varsın. Gece uykusuyla aramı açmış artık sadece eski dost gibi olmuştuk. Ertesi günü karşılamak için adete yarışıyorduk yıldızlarla. Bir de sessiz sessiz bana eşlik eden Ay ile.

Sabahın anlamı Güneşin sokakları aydınlatacağı ve hayatın canlanacağı değil seni göreceğim anın ilk adımlarıydı. Çocuklar gibiydim. Heyecanlı, içim kıpır kıpır.

Adım gibi biliyorum artık günlük rutinini. Her gün aynı yolu kullanıyorsun ben de işe gidişini bekliyorum. Bu yüzden işe geç kaldığım günlerde mazeretlerin tükeneceğini de. Ama hiç düşünmeden seninle aynı istasyondan trene binip seni indiğin istasyona bırakıp gidişini izlerken benden habersizsin sanıyordum.

Bazen de işe alelacele taksiyle gidiyordun. Biraz uykusu ağır galiba uyanamamıştır ya da uykusuz kalarak çalışıyor galiba keşke ona yardım edebilsem diyordum.

Kendi kendime yorumlar yaparken aslında aklımdan biran olsun çıkan minik elleri ve minik parmaklarıyla elini sıkı sıkı tutarak gezdiğiniz güzel bir erkek çoçuğunun hafta sonları sana eşlik ettiğiydi. Bu yüzden geç kalıyorsun değil mi? Nasıl da benziyor sana. Ha saçları senin gibi kumral değil, gözleri de siyah değil ama benziyor işte. Yoksa o minik yakışıklı senin oğlun mu?

Seni işten dönerken yalnız bırakmak da olmaz tabi. Bugün yolunu gözlerken karanlık çökmek üzere çok geç kaldı acaba bir şey mi oldu diye hayıflanıp sağa sola anlamsız adımlar attığım ve dudağımın kenarını ısırdığımın farkında bile değildim.

Tam bu anda sokakta sessiz sedasız yanımda belirdin birden. Göz göze çarpışacaktık adeta. Şey pardon korkutmak istemezdim kusura bakmayın! Her günümü onunla geçirdiğim ama henüz resmen tanışmadığım güzel kadınla göz göze gelmiştim birden. Şaşkın halimden olsa gerek sözlerine ben cevap vermeden devam etti. İsmen sizi tanıyorum burada olacağınızı da tahmin ettim.

Biliyorum her sabah-her akşam benimle yolculuk ettiğinizi bugün geç kaldım da diğer sokaktan gidecektim ama ben eve girmeyince evinize gitmiyorsunuz. Şaşkınlığım yüzümden taşmıştı galiba daha derine giden sesimi ararken, sen! O kadar merak etmeyin lütfen kocaman bir kadınım dedikten sonra. Fikriye abla bahsetti sizden, sana göz, kulak olacak sürekli yakınlarında görürsen merak etme bizim Ahmet Mesut dedi. Biran nefes almaya başladım yeniden. Evet ama tabii malum dünya eskisi değil kötü. O yüzden siz de beni merak etmeyin ben beklerim gelişinizi gidişinizi. Tüm hayal ettiğim sözleri söyleyemeden yanında yürüyerek evine kadar eşlik edip evime döndüm.

Fikriye abla bana gelip Ahmet bak bizim bir kızımız o; adı Gardenya yaralı bir kuş o yavrum. Bak bu kıza göz kulak olacaksın. O bize emanet, onun mutlu olmasını çok istiyorum. Etrafında ol senden başka kimseye de güvenmem. Fikriye abla kim o? Dediğimde sonraki zamanın işi o sonra sonra dedikten sonra, hadi bakalım ben gidiyorum deyip gitti. Benim için bir görev olarak başlamıştın oysa? Ha Fikriye abla benden de ona bahsedeceğini söylememişti.

Ertesi gün daha farklı bir gün olacaktı! Artık daha rahattım nede olsa takipçi biri olmadığımı biliyordu. Bir gün daha geçmişti. Elinde alışveriş paketleri ile bana doğru geldiğini görünce anladım ki her gün aynı heyacanı yaşayacaktım. Hemen elindeki paketlere uzandım. Selam dün akşam söylemeyi unuttum adım Gardenya, biliyorum çok güzel bir isim.

Siz de benim adımı biliyorsunuz Ahmet ben, dediğimde, Sanırım bir de Mesut vardı? Nasıl ayrıntılı olarak aklında tutabilmişti! Hızlıca Ahmet yeterli dedim hafif dişlerinin arasından sızan gülümsemeden Mesut’un hikayesini de mi biliyor acaba diye düşündüm. Sonra aynı sokakta yürümeye başladık. Aynı sokağın bittiği yerde benim ev ama tren için genelde bu yolu kullanıyorum diye sessizliği bozup ortaya bir konu atıyordum.

Eskiden bu mahalleden miydiniz? Fikriye ablayı çok eskiden tanırım da sizi yıllar önce görmüştüm sanki? Hayır aslında yeniden yeni sayılır bu şehir bana. Okul için gelmiştim gençlik yıllarımda. Yurtta yatılı kalıyordum ara sıra hafta sonunda gelirdim. Demek ki o zamanlarda görmüşsünüz. Okul da bitince memlekete dönmüştüm. Okul bitti iş hayatı, evlilik derken uzun zaman geçti aradan gelemedim 2-3 yılda bir gezmeler hariç.

Hala çok gençsiniz. Ne iş yapıyorsunuz? Elinizde her zaman bir dosya görüyorum. Eşiniz gelmiyor galiba? Diye içimde ki büyük merakı araya sıkıştırıvermiştim. Ve ardı sıra kesilmeyen sorularımın bittiğini görünce cevap vermek için sırasını beklen öğrenci gibi bir an küçük bir kız çocuğuna dönüşüverdi gözümde koca kadın.

Bekarım artık eski tabirle dul bir kadınım. Eşimden 3 yıl önce ayrıldım. Afedersiniz bilmiyordum. Önemli değil hayatımın yeni rotası bu sadece ve gerçeği. Matematikle ilgili benim işim. Ekonomistim. Ya sen ne iş yapıyorsun. Ben de tam tersine matematik ile hiç işim olmaz ben felsefe yapıyorum bol bol. Tarih benim işim. Tarihi binaların hikayelerini araştırıyorum sonra bunları bir dergide yayınlıyorum.

Yine sözünü kestim. Devam et lütfen! Derken siz yerine sen demeye başlamıştım bile. Ha ben yeni bir hayata başladım. Eski eşim çocuğu, eşi ya da genç sevgilileri arasında bir seçim yapma lüksü yoktu. Yani ben o kararı vermesine bile müsaade etmedim.

İçimden doğru tahmin etmişim dedim. O küçük yakışıklı oğlan sizin o zaman. Evet Ege dünyam o benim. Bu hayattaki en büyük başarım o benim. Eşinden ayrıldığına üzülmem mi gerekiyor du yoksa sevinmeli miydim bilemedim. Yok hayır yeminle çok üzülmüştüm.

İlk kez akşam treninde yan yana oturup yolculuk ediyorduk. Yolculuğun bitmesini de hiç istemiyordum. Çoğu zaman saatlerce azaba dönen yol sanki göz kapayıp açıncaya kadar hemencecik geçmişti. Ondan hiç ama hiç ayrılmak gelmiyordum. Neden böyle hissediyorumdum?

Tren ineceğimiz istasyonunda durdu. Saçlarını şöyle bir toplayıp yüzündeki gülümsemenin yanaklarına döküldüğü bir tebessüm ile her gün bana eşlik ettiğin için teşekkür teşekkür ederim. Alabilirim paketleri diyorsun da ben elimdekileri hiç ama hiç bırakma niyetinde değilim hem de ömrüm boyunca. Evine doğru yürürken birden ikimizde sessizleştik. Eve girdiğinde sanki yıllardır seninleydim. Bilmem ben böyle hissettim. Gardenya’nın aklında bile değilim ben eminim diye diye evime doğru, yalnızlık dolu evime, pardon kitaplarımın filmlerimin çay ile bana yol arkadaşlığı ettiği evime girdim.

Aradan iki-üç gün geçmiş seni görmemiştim. Kaybolmuştun adeta. Bu içimi kemiren merak ile karışık bir duyguyla seni düşünüyordum. İşte içimde bir fırtına kopmakta, dışımda bir hüzün yağacak gibi yağmur havasındaydım.

Ayşe ablanın oğlu arkadaşım Hüssam bana gelip hadi oğlum bize gidiyoruz sana ulaşamadım, bak bir telefonuna arada süs mü oğlum telefonun bırak şu bibloların açsın sen açamıyorsan bak çağırmaya ben geldim seni diyordu gülerek. Ben daha anlayamadan ne dediğini. Eş dost arkadaşları çağırdı annem yemek yiyeceğiz sen de geliyorsun. Annemin sana soracakları varmış! Gönülsüz gönülsüz Hüssam’la yola koyuldum.

Eve girer girmez benim doğum günüm ve konfetiler üstüme atılmış gibi hissettim. Çünkü sen de oradaydın. Selamlamaları hızla geçip, o hiç sevmediğim el öpmeleri de bitirip evin ayrı bir bölümünde Hüssam, eşi Ayla ve Gardenya ile sohbet etmeye başladık.

Anladım ki orada ikimiz de birbirimize Deniz miyiz? yoksa yağmur yağınca akıp giden bir su birikintisi miyiz? Diye yokluyorduk. Şakalaşırken bile bir birimizi çok iyi anlıyor daha çok diyorduk içimizden. Sanki kırk yıllık dost idik.

Hüssam’ın annesi Ayşe abla seslendi Ahmet oğlum sana danışmam gereken bir şeyler var bölmeyeyim diyorum ama sohbetlerinizi. Hüssam daha sakin, sessiz bir yerde devam edelim mi rahat bırakmazlar valla birazdan diyerek bizi kaçırıyordu. Neredeydin yoktun? Ben güzel kaybolurum dedikten sonra, kahveler nasıl olsun dedi Gardenya ben yapacağım fala da artık erkekler olarak siz bakarsınız. Hüssam güzel güzel atarım merak etmeyin diyordu. Ayla, Ahmet bakar sen şansını kaybettin dedi. Gecenin tüm hakkını verdiğimiz anlarda kopmakta zorlana zorlana geceyi bitiriyor ama keşke demeyi de içimizden geçirmeden edemiyorduk. Ben öyle hissediyordum tabi seni bilmiyorum.

Ayşe abla Oğlum konuşamadık bir uğra da konuşalım olur mu diye ekledikten sonra yola düştük. Bu sefer yanımda Hüssam değil Gardenya vardı. Biran elini uzatsa da tutsam diye içimden haykırdım. Dona kalmışım bu esnada. Omzuma dokunan elini hissettim. Bir şey mi oldu Ahmet? Bana hitabı bile beni çok mutlu etmişti. Hayır gecenin bitmesine üzüldüm bir anda. Evet çok uzun zamandır böyle güzel vakit geçirmemiştim. Hem baktığın falda efsaneydi diyerek o güzel gülümsemesini yine serbest bırakıyordu.

Ertesi ve ertesi günlerde büyük bir sesizlik vardı. Sen yoktun. Telefonu elime alıp kaç kez bıraktığımı sayamadım. Gece bulutlar arkasına saklanıp yüzünü göstermeyen ay gibi ondan ses seda yoktu. Sıkılmış mıydı ki benden yoksa yanlış bir şey mi yapmıştım? Neredesin Gardenya?

Bugün seni görmeyeli dahası sesini duymayalı aylar oldu ama kaç ay? Şimdi çekirge sessizliğine, tepemde asılı bir orman gibi duran ağacın yapraklarının sallamasından başka bir ses yok. Çekirge sessizliği demişken sadece çekirge sesinden başka bir sesin olmadığı bir yalnızlığı tarif ediyorum. Bak işte sen yoksun ama kendi kendime konuşup sana yeni terimler uyduruyorum.

Eski ile yeni hayatım arasında kaldım. Oysa gelişinle eski hayatımdan uzaklaştırmıştın beni. İlk kez bir kadına aşk ve sevginin büyük bir karşımı ile bakıyordum. Seni korumam için bana güvenen insanlara ihanet mi etmiştim yoksa? Ama aşkın kuralı kuralsız hissedilen bir duygu değil miydi? Hem aşk gibi güzel bir duyguyu yaşamaktan kim ne hakla engel olabilirdi. Aşk kimsenin tekelinde değildi ki aşkı yasaklasınlar. Aşka en büyük haksızlığı aşkı yaşatmayanlardır.

Ben Gardenya gibi büyüleyici bir kadını güzelliği için değil asıl aynı şeyleri düşünen ve yaşayan güzel zihnini sevdim. Kabul ilk başlarda güzelliği beni çok etkilemişti. Ama daha selamlaşmadığımız halde beraber yaptığımız sayısız yolculuklarda onu çok iyi tanımıştım.

Ayşe abla nihayet yapamadığımız sohbet için bana geldi. Aylar oldu sen gelmiyorsun ama ben gelirim sözleriyle yaramaz bir çocuk gibi kulağımdan çekip oturtmuştu karşısına. Bak Ahmet seni herkes gibi ben de çok severim. Ha oğlum Hüssam ha sen hiç bir farkın yok bilirsin. Evet bilirim benim annem gibisin sen de.

Ahmet bak; Gardenya gencecik yaşında çıktığı yolculukta haksızlığa uğradı. Onun hayata küsmemesi için yeniden sevip hayatta ki tek erkeğin eski eşi olmadığını görmesi için buraya çağırdık. Sen de buradaydın ve Gardenya’ya çok iyi geleceğini biliyorduk. Çünkü sen naif sevginle ona nefes olup hayata döndürecek tek kişiydin. Senin olabileceğini düşündük hepimiz. Yani Gardenya’yla tanışman tesadüf değildi. Zaten hiç bir şey tesadüf değildir bu hayatta.

Söyle bakalım Gardenya neden gitti apar topar? Biz, Fikriye ablan hepimiz bir birinize iyi geleceğinizi çok iyi biliyorduk. Nasıl mı? Çünkü çok benziyorsunuz ikiniz de bir birinize.

Ayşe abla konuştukça aramızda ilmek ilmek örülü bağımız gözümün önünde bir domino taşı gibi yeniden diziliyordu. Artık Ayşe ablayı duymuyordum bile.

Klasik bir aşk filmi gibi her yeni gün bizim için yaratılıyordu sanki. O günlerden sonraki günlerde Gardenya’yla adeta yabancı bir ülkede aynı lisanı öğrenen iki öğrenci gibiydik. Sabah işe giderken başlayan günümüzü işten çıkmayı iple çeken benim işte kendimi oyalayacak şeyler bulmakla geçiyordu.

Birbirimizi tren yolunun köşesinde bekliyor, istasyonun hemen bitişiğindeki o yüzlerce yıllık tarihe şahitlik etmiş binalarıyla ünlü sokaktaki Galip amcanın kafesinde çay içip sohbet ederken heyecanlı heyecanlı bana etrafımızda ki tarihi binaların öykülerini soruyordu. Aşk ile dolu hikayeler onu çok derinlere götürüyor benim onu çekip çıkartmam gerekiyordu. İşte sohbetlerimiz hiç bitmeyen yolculuk gibi ardı sıra devam ediyordu. Mutluluk daha başka nedir dedirten cinsten bir duygu kaplıyordu içimde.

Huzur bir şekilde sevgiyi bulmuş bir birini kilit taşı gibi tutturuyordu. Hani aşık olan insanı tarif ederler ya aklı başında değil aşık diye! Tarif ederler ya kendime bakıyorum da şöyle aklım hiç olmadığı kadar başımda ve mutluyum ben onun hayatımda olmasından.

Hep başkalarının mutluluğu için günlerini tüketen, mahallemizde ki hayvanların da mutlu sesleri için kar kış demeden çalışan bir insandı Ahmet. Aşksız bir hayatın nasıl da yorucu bir iş olduğunu farketmeden yaşıyordu Ahmet. Ama mutlak mutluluk benim mutluluğum değildi diye kendimi de avutup duruyordum senden önce.

Huzur benim için mutluluğun arka bahçesi gibiydi. Bahçemde sadece bir masa, oda büyük bir ağacın altındaydı. Hafif loş bir ışığın kendini bile ışıtmaktan uzak balkondan yansıyan lambanın huzmesi ve sessizliğin verdiği yalnızlıktı benim için. Uzun uzun anlattığımın kısa tarifi işte bu.

Masanın üstündeki ağacın dalına şöyle sarkan bir lamba bile takmaya hiç ihtiyaç hissetmedim neden mi bilmem yüzüne bakmaya doyamayacağım bir güzel ile karşı karşıya oturmamış olmam olabilir mi? Hani dediysem soysuz yalnızlık diye işte masamın kenarına ikinci bir sandalye bile gerekmiyordu.

İnsanın sadece kimyasını değil manyetik kuzeyini bile etkiliyormuş aşk. Buna eskiden nasıl inanmazmışım. İnanmazlık değilde yaşanmamışlık daha doğru bir cümle olur belki. Aşkı bu kadar soğuk bir ifadeyle anlattığıma ben bile inanamıyorum ama bu sana olan aşkımdan önceki adamın sözleri olabilir. Ama artık benim için; güney-heyecanın, kuzey-enerjin, doğu-verdiğin sakin mutluluk ise batı sadece aşktan başka bir şey değildi.

En soysuz aşk yalnızlıktı. Yalnızlık bir kez yakasına bulaştımı bırakmaz yakası insanın ve alıştırır kendine sinsi sinsi. Bu senin gelişinle sonsuza kadar bozuldu.

İnsanın kendi kendine konuşması bile mandalla ipe asılmış çamaşırları ipin taşıyamayıp düşmesi gibi ağır ve sonu hazindi. Giydiğim kıyafetler sadece beni değil yalnızlığı da taşımaktaydı. Yalnızlık aynı zamanda hem kirlenmek hem de temiz kalmak arasında ince bir çizgi gibiydi.

Acınası zavallı bir resim çerçevesi içindeki eski bir resimden ibaret olmamak için sevilmek gerekirmiş ben bunu senin sevginle karşılaştığımda anladım. Neden daha önce sevemedim?

Hayatı o kadar acımasız sanıyordum ki senden önce. Benim için öyleydi. Sur üflenmiş herkes bir taraflara dağılmış adete sağır ediyordu dünyayı benim de en çok yüreğimi. Duymayan bir kalbin sevgiden haberi olabilir miydi? Haberi olmayan bir tadın kokusunu duysa ne olduğunu bilebilir miydi?

İşte kahpe bir sessizlikti boğazımı düğüm düğüm eden. Senden önce yalnızlığın esiri mi olmuştum? Hayır sevgi paylaşıldığı kadar büyür bilirsin doğanın kanunu da böyledir! Ama gerçek aşkta bu sadece bir kişiye ait olduğu için sahibine verilmesi gereken bir mektup gibidir.

Ahmet ben de senin gibi tarif etmek isterdim sevgiyi ama buna henüz gücüm yok. Ben sevdim. Ben sevdim. Daha öğrenciyken sevdim. Nişanlandık, okul bitince de hemen evlendim. İlk göz ağrım ilk aşkım, hatta gözümü ilk onda açtım.

Sevgiyle geçen bir kaç yıl başımı döndürdü. İlk yıllar bir birimizin keyfini çıkarttık. Sonra bebek yapalım dedik. Hamile kaldığımda artık ben de eski Gardenya değildim. Başka bir dünyanın kapısından geçmiştim.

Aylar geçiyor eşim eve daha geç gelmeye başlamıştı bile. Eskiden olsa uyusam bile öperek uyandırırdı beni. Artık sadece doktor kontrolünden kontrolüne beraber dışarı çıkıyorduk. Oda bir kaç kez söylememe rağmen. Yoksa doktora bile yalnız gidecektim. Çok mu çirkinleşmiştim ya da çok mu kilo almıştım ki artık benim yüzüme bile bakmıyordu. Duygusal şiddetin yerini fiziksel şiddet almaya başlamıştı ki artık yolumuza oğlum ile birlikte devam etme kararı aldım. Nasıl bir sevgi şiddete dönüşebilirdi!

Aylarım böyle geçti. Çok istenerek yaptığımız çocuğumun sancıları başladığında telefonu bile kapılıydı. Benim yalnızlığıma oğlum Ege geldi. Yeniden hayatıma biri girer mi buna da gücüm ve inancım yok.

Şimdi daha iyi anlıyorum ki Ahmet sevgi hesaplanmayacak tek şeydir. Ama sevgi kalbin tahmin edeceği bir şanstır da. Tıpkı bizi çok seven ve tanıyan Ayşe ve Fikriye ablaların bizim yolumuzu kesiştirdi gibi.

Temiz sevginin, üstüne sevgi ve özlemin yazıldığı beyaz temiz bir kağıt olduğunu gördüm. Kalbin gibi temiz seviyorsun ve en çok da bunu sevdim sende Ahmet. Bu sevginin karşılığı da sadece sevgidir.

Seninle olmak varlığın beni güvende hissettiriyor. Hem Ege’de seni çok sevdi. Güven en büyük sevgi gösterisidir ben bunu yaşayarak gördüm Ahmet.

Gardenya belki bir gün güvenin yanına sevgiyi de katarız. Katamasak bile sen artık hiç bir zaman yalnız trende olmayacaksın. Bunu bir an bile unutma.

Ahmet, aşkı anlatan bir kitap beni çok etkilemişti daha aşk nedir bilmediğim yaşlarımdı. Tabi anlamamıştım o zaman bana yemek tarifi gibi gelmişti tüm o sözler. Kitapta yaşlı köylü bir bilge şifacının aşkı tarif edişi “aşk, dağ kekiği, ağacın dalına asılmış kara kovan bal, biraz defne, dalında toplanmayı bekleyen zeytin gibidir. Aşk mucizedir” dediğini daha dün gibi hatırlıyorum.

Benim sevginin güven, güvenin sevgi dalına ihtiyacı var Ahmet. Beni uyandıracak ses sakin bir şömine ateşi olabilir güçlü yanan bir yangın değil.

Biliyorum ki kader Ayşe ve Fikriye ablaların eliyle bizi bir araya getirdi. Senden çok güzel ve çok fazla bahsettiler Ahmet. Hayata karşı fedakarlıklarını ve naif kalbini seni tanımadan tanıdım ama!

Gardenya yakan ateş sadece yandığı yeri yakmaz elini uzatan kalbi de yakıyor. Aşk bir denizci ilmiği gibi çabucak biranda atılır ama ne denizin hırçın dalgalarına bile aman verir ne de bağlandığı yeri bırakır.

Her konuda uzun uzun sohbetlerimiz aramızda büyük bir bağ oluşturuyordu. Bir kadın erkek ilişkisi olmasa bile senin hayatımda olmanı istiyordum bile artık. Ben sevgiyi ana kucağımdan beri biliyorum.

Çocuktum daha sevgiyi kışın evimizde daha yataktan kalkmadan yanan kuzinenin sıcaklığına annemin sıcak sevgi dolu sesliyle gözlerimi açardım. Sevginin tarifine bunu da eklesek nasıl olur?

Ben iki kişiyim Ahmet. Bir ben, bir de benden daha ben olan oğlum Ege. Tıpkı senin annen gibi güzel bir evlat yetiştirmekte beni mutlu edecek. Gardenya, ben seni ve sana dair her şeyi…

Gardenya öyle bir dem vuruyordu ki sanki hayatı bitmiş, yüzündeki çizgiler yüz yılları üstünde taşıyan bir ağacın yaş çizgileri gibi sanki. Güzel yüzü görünmez olmuş gibi bir dil ile tarif ediyordu kendini. Ha bir de yüzüne sadece güzellik yansıyordu. Belli ki çok büyük bir mutsuzluk girdabında kaybolmuştu.

Gardenya ben de çocuktum sevildim. Büyüdüm sevmeyi öğrendim.

Büyüdüm ve artık sevdiğim kadını bekliyordum ama hani çocukluğumdan dem vurdum ya işte o yıllarda sevgi ile tanıştım galiba ben.

İlk kez bir kızdan o yıllarda daha çocuk yaşlarımda hoşlanmıştım. Ablaları esmer olmasına rağmen hafif sarışın çilli yanaklı bir kızdı Ela. Ee tabi bir de kuzenimin arkadaşıydı ya sürekli onunda dahil olduğu oyunlar oynuyorduk.

Ela ile farklı bir tadı vardı şakalaşmalarımızın. Oyunlarımızda hep Ela ile çift oluyorduk. Onunla vakit geçirmek bile çok zevkliydi. Çocukluk aşkı dediğimiz şeydi buydu galiba ama bunu bile çok sonra öğrendim ben.

Üstünden yıllar geçti ama sevginin varlığını biliyordum ama aması sevginin benim doğumumla birlikte dikilen bir ağaç fidesi gibi içimde yeşerecek, dallanıp budaklanacak meyve verecek zamanı geldiği zaman bunu paylaşacaktım. Doğrusu bu olmalıydı.

Bunu dillendirmesem de hep içimde var olan duyguydu bu. İşte seni ilk gördüğümde sevmemin sebebi buydu. Sendin kalbimin içine elini kolunu sallaya sallaya girip dalaşan.

Neden peki hiç aşık olmadın mı Ahmet? Gardenya, Aşk o kadar ucuz mu ki!

Mutlaka aşk kazanacak. Aşk kazanmazsa ben kaybedeceğim. Gardenya ile hafta sonu Ege ve ben buluşup gezmeye karar verdik. Sohbetlerimiz artık sadece havadan sudan, günlük hayatın akışından değildi daha çok iki dostun sohbetiydi.

Ha ben onu çok seviyorum. Onun da beni sevdiğini hissediyordum ama sevgisini hep bir dudak payı bırakarak yaşamayı istiyor. Hakkı da var ama yarından bir gün daha eksildi. Giden zaman gelecek zamandan götürüyor.

Sonra mağaza mağaza dolaşıp beraber kıyafet seçmesine yardım etmiştim. Gülüşmelerimiz bizi mutlu ediyordu. Onun gülmesi beni daha farklı hissettiriyordu.

Gardenya, seni seviyorum ve hayatımda her an olmanı çok istiyorum! Sen de istersen benim yanımda olmayı çok mutlu olacağım… Ahmet zaten yakınız seninle. Neredeyse her gün beraberiz. Ee tabi bunda Ayşe ablam ile Fikriye ablamın parmağı olduğunu da unutmuyorum. Hayır Gardenya sen beni çok iyi anladın.

Şaşırdım bir an direk söylemene ama! Aması yok istersen dedim! Ben amanın nereye götürdüğünü bilirim o yüzden… Seni daha yakından tanımayı isterim tabii ama ani oldu birden. Aşk da anidir zaten Gardenya.

Sen sanıyor musun ki bu sözleri bir çırpıda söyleyen adam bu sözleri çok kez söyledi. Bunu söylemek için kaç yıl beklediğimi ve hep seni beklemiş olduğumu bir bilsen.

Dur hemen aşka meşke girme istersen! Aşk güzeldir ve ben bile kendime inanamıyorum yıllardır bu duyguyu ilk kez dilime aldım. Güzel gülümseyen gözlerine bakıp bundan da cesareti alıp adeta yalnızlığın karanlığından bir an önce çıkmak isteyen bir aracın içinde çocuklar gibi şen şakrak bir şekilde hızla yol alıyor gibiydim.

Beni daha tanımadan çıkıyorsun yolcuğa Ahmet. İnsanı yolculukta tanıyacakmışsın Gardenya diye benden beklenmeyecek bir performans ile konuşuyordum. Gözlerinin içindeki o gülümsemeyi bir kez daha yakaladım. Bunun verdiği hazzı başka ne verebilirdi ki. Bunun adı aşk değilse benim adım da Ahmet değil diyordum içimden. Ama aması o hala yaralı bir kuştu.

Gardenya, duygular kabullenmeyle ete kemiğe bürünür. Önce sevgisine inanması gerekir bir insan. Cesaret edebilir miyim? Sevgide cahil cesaretine yer yoktur. Cesurca sevgiyi ifade edebilmek ama cahil cesaretiyle sevmemek gerek. Çünkü sevgi tehlikeye atılamayacak kadar hassas ve narindir tıpkı bir nar çiçeği rengi gibi güzeldir.

Oo fena da felsefe yapıyorsun. Çok çapkınsın galiba Ahmet sen? Ben mi ilk kez bunları yaşamayı hayal eden bir adamın kızaran yanaklarını görerek duyuyor bir kadın. Bilmem bana öyle geldi. Gardenya o zaman bu yolculukta tanıyacaksın beni.

İçimden, sevginin harfleri gece ışıkları gibi yanıyordu. Sanki yüksek bir tepeden tüm şehri izliyordum. Yanan her lambanın bir hayat hikayesi, farklı her hayat hikayesini barındıran bir ev vardı. Hiç tanımadığımız insanların evlerinin içine misafir ediyordu bizi. Her insan da farklı bir hayat hikayesi değil miydi.

Gardenya biliyor musun ne düşünüyordum şimdi? Ne düşündün bu kadar hızlı? Bunu derken bile yumuşak, sevecen ve gülümseyen bakışını değişmem dünyadaki hiç bir şeyle. Gözlerini kocaman büyütüp ne diyecektin bana dondun kaldın Ahmet. Sen gece ışıkları yanan bir ev hikayesi yaratıyorsun bende farkına varmadan.

Şaşkın ve ne dediğimi anlamamış bir halde daha da meraklı meraklı gözlerime bakarken, akşam gösteririm sana dedim ve buluşmak için randevulaşıp ayrıldık.

Bir süre önce seni ve Ege’yi düşünerek aldığım yeni pembe vos vos arabamın heyecanı bile yoktu içimde. Heyecanım sendin. Taki sen bu pembe şirin arabayı görene kadar. Beraber arabaya doğru yürürken heyecanım artık çıkacağımız tepeden bile daha yüksekti.

Arabaya bindiğin gibi, bu vitrinindekinin aynısı değil mi? Ardından hızlıca kemeri takıp hayırlı olsun araba yeni sigara içemem galiba? Yo hayır tabii ki içebilirsin, senden önemli mi! Olsun ben yeniyim diyor kokusu. Sigara kokmasın! Yeni değildi bir garajda unutulmuş ve yıllara yorgun düşmüştü ama varya genç bir kadın gibi güçlü ve güzeldi. Sadece küçük birer dokunuş yaptım dedikten sonra lütfen olur mu öyle şey içebilirsin! Ama sigara içtiğini hiç görmedim. Yok zaten sigara içmiyorum ki denedim seni bakalım ne diyeceksin diye diyip o güzel gülümsemene karşı, ben de içimden eğer bir kişi sigara içebilecek olsa o sadece sen olurdun diyordum.

Ama ben çok sevdim bunu çok şirin. Senin de sayılır ne dersin. 1 anahtar daha yaptırayım senin için? Muzip bir gülümsemeyle karışık teşekkür ederim 1 anahtar bize yeter dediğini dilinin dişinin arasında duymuştum. Ha unutmadan bu minik madeli de Ege için. Ege oynasın bununla.

Ama bu senin koleksiyonunun bir parçası! Evet ama Ege koleksiyondan daha değerli değil mi? Hem de güzel ellerde olur. Ege’nin en çok sevdiği model buydu o yüzden aldım büyüğünü de bu vos vosun. Bir de bırakacak kimse olmadıktan sonra koleksiyon ne işe yarar ki!

Şirin pembe vos vosu şehrin en yüksek yerine park edip şehri ve ışıkları gösterdiğimde o harika manzarayı uzun süre yan yana izledik. Yan yana değilde bana sokulup izlemeni hayal ettim şöyle bir sana bakarken. Sen gözlerini şehir ışıklarından alamazken.

Hani bana söyleyeceğin şey neydi? Dedi. Bak şurası havaalanı yolu. Görüyor musun akan bir su gibi. Şuraya bak senin ve benim evin olduğu yer Gardenya. Her yanan lambanın olduğu yerde bir hayat hikayesi yaşanıyor şimdi.

Kimisi doğum gününü kutluyor, kimisi ayrılık sabaha kadar ışıkları söndürmeden oturup ayrılık acısı çekiyordur. Kimisi yeni evlenmiş ilk gecelerini geçiriyor, kimisi takımı maç kazanmış tezahürat yapıyordur. İşte senin varlığın da o lambalarındaki hayat hikayelerinden birine artık hayat verecek. Senin ve benim değil bizim evimiz de olmalı.

Birden ansızın gözleri doldu ve sarıldı bana. Biliyorum bu sıcak dostane bir sarılmaydı. Duygular bizden bir adım öndedir her zaman ve yine ilk adımı duygular atmıştı. Bu arada kalbimin sesi sessizliği bozan taraftı. Hadi beni götür artık. Gece ve evim beni bekler. Şaşkın, mutlu dahası uykudan uyanmış saçı başı dağınık gibi karma karışık duyguyla daha sessiz bir yolculukla Gardenya’yı evine bıraktım.

Sabahları erken uyanmayı hiç sevmem. Alarmı rüyamda kaç kez tekmelediğimi bilmiyorum. Ama artık alarma bile gerek kalmadan seni düşünerek ve aklımda ilk sen olarak uyanıyor sabahları iple çekiyordum. Her gün onu görecek olmanın heyecanı ve her gün daha zevkli gelen günleri yaşamanın tadıyla işe gidiyor işten çıkış saatlerini avucunun içine şeker konmuş çocuk gibi sevinerek bekliyordum. İlk kez aşık olan biri için mazur görülebilir bu değil mi? Günler seninle böyle geçip gidiyordu. Artık seni sevdiğimi de söylemiştim nasıl olsa.

Onu bana yaklaştıran şey sevgi miydi? İlgi miydi? Yoksa yalnızlığı mı? Ya da ona beni? Hepsini karşılıklı terazi kefesine koysak hangisi ağır basardı.

Yalnızlığına karşı ilgi ve merhamet ağır bir yüktür. Oysa gerçek sevgi iki insanın acısını, mutluluğunu, gündüzünü ve gecesini paylaşırken yükünü de paylaşmaktır. Hiç kimsenin merhametine ihtiyacımız yok. Sevmek ve sevilmek iki insanı aynı anda yüceltmektir.

Bizim çocuklar Samim, Hülya, Hüssam, Ayla ve Gerdanla’yla beraber bir akşam şiir dinletisine gitmeye karar verdik. Hep beraber çok güzel geçen duygusal bir geceden çiftler halinde evlerimize dönerken bir bardak çay borçlansam sana nasıl olur? Hem sana benim yazdığım yazı ve şiirlerden de okurum. Sen şiir, yazı da mı yazıyorsun? Evet neden daha önce söylemedin? Benimle ilgili bilmen gereken daha çok şey var. En önemli olanı öğrendin nasıl olsa. Seni… Peki içelim çayını! Yazılar güzel olmalı ama derken gülmesi çok güzeldi.

Çaydanlığı bahçemdeki masaya getirmiş bir yandan çay içip bir yandan romantik gecenin devamına doğru yol alıyorduk. Tek kişilik bir oyuncu gibi doğaçlama yaparak yazdıklarımı okuyordum. Sen bazen kısık gözlerle bazen şaşkın ifadeyle bana güzel güzel bakarken.

Hıı hıı başlıyorum. “Şirazeden çıkmıştı, o gecenin derdi neydi? Yeni bir doğumun sancısı mıydı? Yoksa defterin son yapraklarına mı gelmişti sessiz günler. Senin içindi her şey. Bahçedeki ağacın altındaki masa, masaya koyacağım şişe hiç açılmadan aylardır olduğu yerde duruyordu. Ben de senin gelmeni bekliyorum. Benim için o sensiz sadece bir şişeydi o.

Sıradan cam bir şişenin hayatını değiştirecek emek, güneşe kollarını açan dalların, toprağına sere serpe uzanmış salkımların sakladığı tanelerininin yüreğinden çıkan hayat suyuyla ömrünü sadece bir şişe olarak değil özel bir şişe olarak devam etmesi aynı aşka benzemiyor mu? Aşk da emek, sevgi, sıcak bir yürek istemez miydi?

İki insan için sıradan bir hayatı olmak yerine masanın karşısında bir birine sevgiyle bakan iki insanın hayatı olarak devam etmenin adıdır aşk. İşte sevgilim bu şişe bizi bekliyor anlamı bu.

Bugün günlerden artık şu saat itibariyle Çarşamba, yeni güne girdik. Hiç bir günü diğerinden çok sevmedim. Neden seveyim ki? neden farklı olsun? İşte tam böylesi bir düşüncenin kıyısından aylar önce döndüm. Bugün senin doğum günün. Günlerdir bu günü bekliyorum.” Dedikten sonra üstündeki ışıldaklar yanan ve 1 yazan pastayla Gardenya’nın karşısında belirdim. Yeni güne ve yeni yaşına Gardenya ilk kez benim yanımda giriyordu.

Çok şaşkınım çok mutlu oldum dedikten sonra hızlıca mumu üfledi. Hepsi senin planındı değil mi? Şiir gecesi, çocuklarla dışarı çıkmalar. Yüzümdeki sırıtma ve hınzır gülümsemeyle senin için doğum gününün önemli olduğunu bir kuş bana taa ilk başta söylemişti. Ben bu geceyi aylardır bekliyordum.

Bilirsin dalga her zaman kıyıya döner. İşte Gardenya, kalbim büyük bir sahil sen açık denizsin. Dalgaların esiri olmaya hazırım artık. Bunun için de ne Aya ne de rüzgara ihtiyacın var. Senin için ben var olmak. Benim hayatımın her yerinde sen ol. Kalbin sevgiye dönsün artık güvende o.

Ahmet oğlum daldın dinlemiyor musun beni? Bir saattir sana ne anlatıyorum ben! Ayşe abla son geçirdiğimiz gün onun doğum günüydü. Öylesine güzel ve özel bir gündü. Her gün tekrar tekrar yaşıyorum o günü ve geceyi her anını yeniden irdeliyorum yaşayarak acaba bir hata mı yaptım diye?

Yine birgün hani Ayşe abla sen hepimizin tüm mahallenin her derdine koşarsın ya evinin önünden geçerken büyük oğlun Can ağabeye attığın o okkalı tokatı görünce gözlerim fal taşı gibi açık kaldı.

Şaşırmıştım çünkü sen yardımseverliğinle ünlüydün. Çocuktum daha, insan neden sevdiği birine vurur ki diye düşündüm. Ayşe abla güçlü erkeklerin bile yapamayacı işlerini yapan iki oğlu ve bir kızıyla yapayalnız kalmış bir kadındı. Attığı okkalı tokatın ardından “umut sadece fakirin ekmeği değil, umut hala şansın var demektir” git çabuk o kızın gönlünü al baban gibi zibidilik yapma dediğini de duydum. Zibidi neydi ki? Ayşe abla neden erkeklerin yapabileceği işleri yapıyordu ki? Neden erkeksi tavrı vardı? Aklıma geldikçe hep bunu düşünürdüm. Şimdi anlıyorum galiba seni!

Oğlum Ahmet eğer doğru, vicdanı güzel bir erkek babandan sonra hayatına girmezse işin çok zordur. Ben yalnızlığı maharet görmediğim gibi tercih de etmedim. Yalnız kaldım çünkü yaşamak ötesinde yaşatmak zorundaydım.

Gardenya’yı buraya getirttim. Seninle tanışmasını eğer güzel naif kalbinden hoşlanmaz ya da istemediği bir durum olursa yanında olacağımı ama beni kırma dedim. Çünkü seni çocukluğundan beridir takip ediyorum. Gardenya’nın sana, senin Gardenya’ya ihtiyacınız vardı. Sen hiç bir zaman Hüssam’ın babası gibi bir kadının gururunu kırmayacağından kendim kadar emindim.

Hâlâ umudun olması, yaşam için bir şansın var demektir. Bunun böyle olduğunu yıllar sonra çok iyi öğrendim Ayşe abla. Eli öpülesi kadının sözleri oğlundan çok beni etkilemişti. Hiç bir kadına yanlış ve zibidilik yapmayacaktım. Yıllar beni yoğurup şekillendirirken sevgiyi tanımaya başladım.

Sevgiyi tanıdıkça büyüklüğüne hayret ediyor sevebilmenin de çok zor olduğunu bunu sanki rutin sabah kahvaltısı gibi görenleri bugün de kahvaltıyı yeni keşfettiğim yerde yapalım diyenler gibi düşünenleri gördükçe kendimi ilk kez girdiğim bir ortamda ki yabancı hissediyordum.

Bir kadından tokat yemekle hayatta hep kaybetmiş olmanın arasında hiç bir fark yoktur! Bunu en iyi telafi edecek şey sevgidir. Hayat işte yollar gibidir ve bazen kavşaklardan bazen köprülerdeki gişelerden geçerken ya yalnız geçersin ya sevdiklerinle geçersin.

Yine beni ben yapan çocukluğuma gidiverdim işte bir anda. Kolay olmayan ama sevince sevginin önüne kırmızı halı serdiren şeye gelirken geçilen yollar hiç bir zaman pürüzsüz değildir. Seni seviyorum derken belki kolay söylersem bir anda sevginin kolay olduğu için değil sana gelene kadar geçtiğim zor yollardan sonra sen çöldeki vahasın Gardenya.

Sevgi sanıldığının aksine çok güçlü görünse de narin bir parşömen gibidir. Üstüne yazılanları hiç kaybetmez ama hemen yırtılabilir. Sevenler sevgilerini bunun üstünemi yazacak yoksa yırtıp atacaklar mı bunun kararıdır sevginin güçlü olduğu zincir halkası.

Adını ucuza kaçıp dövmeyle tenime değil her seni düşündüğümde sarılıp öpüp koklayasım gelen kalbimin hazine dairesine koyuyorum sevdiğim kadın. Gücümün temeli sensin artık. Varlığını hissettiğim her yerde yalnız değilsin diyor içimdeki ses.

Tüm biriktirdiklerimle seviyorum seni.

Büyüdüğünü adam olduğunu bir kez daha anladım Ahmet. Bak benim gibi kocaman bir kadınla aynı dili bile konuşabiliyorsun. İçimi döktüm lan sana. Sen çok sevilmeyi de çoktan hak ediyorsun. Biliyorsun her iki kişiden biri annesinden erkek cinsiyetli doğar ama adam olamaz. Adam olmak için önce yüreğinin olması gerek. Sen adam oldun, Hüssam’a iyi bir ağabey, iyi bir arkadaşta oldun. Bizim için değerlisin. Bir gün sevdiğin kadın seni anlayacak.

Sevgi sadece sevilmek değildi. Severek de yaşanırdı. Öğrenilen bir yaşam olan yalnızlığa geri dönmek bisiklet sürmeyi bir kez öğrendiğimiz gibi kolay değildi. Ben alışmayacağım yeniden yalnızlığa ve onunla bitireceğim. Umut, şans, inanç ve aşk.

Kapıda yerde duran fatura kağıtları arasında kaybolmuş diğerlerinden farklı bir zarfta bir mektup buldum. Bu mektubun üstünde Gardenya ile Ege diye bir yazı vardı. Geleli uzun zaman olmuş. Hiç aklıma gelmedi bana mektup göndereceğin. Hemen açamadım mektubunu. Çok da kızdım kendime ya bana çok ihtiyacın varsaydı.

Oturdum biraz kalbim çarpa çarpa zarfı yırtmadan açarak ellerinin arasından gelen mektubu okumaya başladım.

Sevgili Ahmet,

Hiçbir ses, hiçbir konuşma sen yanımdayken biraz ürkek biraz daha sokulma isteğinle bana yaslanıp sessiz sesiz oturduğumuzda ki kadar güzel değildi. Çünkü; sese değil bir birimize ihtiyacımız vardı. Bunu seninle geçirdiğim uzun aylar boyunca her zaman hissettim.

Sen benden hep sevgi sözü duymak istediğini belli ediyordun ya aslında Ayşe abla ile Fikriye ablamın seni seçmelerinin boşa olmadığını her gün ama her gün yaşayarak gördüm. Hissettim.

Her gün daha gözlerimi ovuşturmadan senden gelen mesajlara bakarak güne başlıyor ama belli etmemek için uğraşsam da içimde kocaman gülücük ile uyanıyordum. Hiç bir şey beni senden gelen mini minnacık güzel bir sevgi mesajı tonundan daha güzel uyandıramadı.

Seni sevdim o içinde cesur yürekli ama bir kadının yanında naif bir çocuk olan adamı sevdim. Benden gözlerini kaçırışını dahası güzel bakan gözlerini sevdim.

Sen şanssın benim için ve hep çok duymak istediğin sözü söyleyerek sözlerimi bitiriyorum. Sen tüm dinlerin güzel yanı gibisin. Sen yeniden gerçek sevgiyi koca kalabalıklar arasında tek olmayı başararak gösterdin.

Gitmek zorundaydım çünkü tam iyileşmeden sana içimdeki yaralarla gelemezdim. O gece doğum günümde seninle yeniden doğdum. Ege’nin elinden tutarak bir gün kapının zilini çalmayı çok istiyorum. Çünkü özledim.

Bu sözlerimi okuduğunda söyleyeceğin sözü biliyorum ve ben de seni seviyorum.

Gardenya

22:32 09/09/2019

Dr. Taşkın Sarıkaya

NeuroPsychiatrist

 

 

 

Gardenya” üzerine 3 yorum

  1. Taskin Bey,
    Hafta sonu cok iyi geldi. Roman tadinda. Aska inancimiz devam ediyor. Elinize saglik…

    Ezgi

    Beğen

Yorum bırakın